28 Kasım 2011 Pazartesi

Okul öncesi eğitim hususu...

Geçtiğimiz ve benim kayda almadığım süreç içerisinde kayda değer en önemli hamle Mercan'ın kreşini değiştirmekti.

Başlayan yeni öğretim döneminde mevcut (şimdinin eskisi) kreşin, 5 yaş grubuna yönelik eğitim politikası ve yaklaşımı, sonracığıma 5 yaş grubunun öğrenme yetisine yaklaşımı, eğitim gereksinimlerini tespit yöntemi ve son olarak da bu gereksinimlere yanıt verme yöntemi beni ve sevgilimi biraz gerdi.




Açıkçası bu zamana kadar büyük harflerle yazmamı gerektirecek büyük büyük sorunlarım olmamıştı onlarla. Çünkü malum, Mercan'ın yaşına uygun, onun gereksinim duyduğu şekilde bir sevgi sunma durumu söz konusuydu. Fakat Mercan büyüdükçe ve onun gereksinimleri farklılaştıkça hal değişiyor tabi ki.

1.si; M.E.B'a bağlı olan ve olmayan tüm anaokulu, gündüz bakım evi ve kreşlerde yasal olarak işlenmesi gerekli tutulmuş bir eğitim programı söz konusu. Bireysel insiyatif ve desteklerle kurulmuş "Alternatif" eğitim kurumları hariç tabi ki. Onların farklı işlevsellikleri ve programları mevcut. Fakat gelin görün ki sayıları az olduğu için, ikamet ettiğiniz yerden oralara katılım malesef çok kolay olmuyor...

2.si; Okul öncesi eğitim konusuna yaklaşım önemli. Eğer benim gibi çocuğunuzun harfleri tanıması, sayı sayması, ingilizce öğrenmesi konusunda; söz konusu yaş için "gerekli olmadığını" savunanlardansanız tabi ki 1. maddede bahsettiğim alternatif eğitim yöntemlerine yönelmek isterseniz. Düşünsel ve kavramsal özelliklerinin gelişmesini öncelikli görürüz çünkü.  Ancak yine 1.maddede belirttiğim sebepten, yani sayılarının azlığından yönelemeyebilirsiniz.

3.sü; Söz konusu verilmesinin gerekliliği yasalaştırılmış, 'okul öncesi eğitim' çizelgesinin işleniş biçimi. Serbest zaman etkinliklerinin dışında; ingilizce, müzik, resim gibi derslerinde konusunda eğitim almış kişilerce verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tüm yük, tüm öğretme ve anlatma işleri 1 öğretmene veya 'sınıf öğremeni' olarak tanımlanan kişiye yüklenmemeli. Bunun sebebi çok net; 20 dk. poposunun üzerinde oturamayacak enerji birikimine sahip 5 yaş grubu için o 'tek öğretmen' artık ciddiyetini kaybetmiştir. Çocuğun gözünde 'dikkati toplamaya yönelik' tüm karizmasını yitirmiştir. Boyama yaptıktan 15 dk. sonra eğer ona sayı saymaya yönelik bir aktivite yaptırmaya çalışırsa; o öğretmen çocuğun gözünde 'fırsatçı bir hain' bile olabilir. Çünkü sağ gösterip sol vurmuş, güzel güzel boya yaptırırken birden dikkat gerektirecek bir işe yönelmiştir. Bu durumda o çocuğun yapması gereken şeye yeterince odaklanamayacağı aşikardır.

Yani netice olarak, verilmeye çalışılan şey de layıkıyla çocuğuyla verilemez.

Ayrıca matematik, resim, müzik, yabancı dil... Bunların hepsini bir insan nasıl anlatabilir, ne öğretebilir? Hiçkimse her konuda iyi olamaz. Ve eğitim söz konusu olduğunda bir zahmet eğitimi veren kişinin nitelikli olması gerekir.

Örneğin bir sınıf öğretmenini ele alalım. Bu insan müfredata uygun, elindeki kitaplardan yola çıkarak o gün için yapılması gerekenleri mi işleyecek, konu ile ilgili çocukların kafasına takılanı mı yanıtlayacak, hatta çocukların kafasına takılanı sormalarına fırsat bırakabilecek mi, müzik dersine geçtiklerine ne yapabilecek? Ancak 1 şarkı ezberletebilir. Veya resim dersinde bir boyama sayfası verebilir. Yani bunları bu şekilde sınıf öğretmenlerini yermek için söylemiyorum ama yanlış, kendi enerjisi buna el vermez ki zaten...


4.sü; Kitap seçimleri ve veliye sunumu... Şimdi bir idareci veli toplantısında bana kalkıp 'bu yılki kitaplarımız ve etkinlik dergilerimiz belirlendi alın buyrun, bunlar.." derse, bende de "bana mı soruyor acaba, onayımı mı bekliyor" gibi bir algı oluşur.

Kararsız, güvensiz bir bireyin kendi kurumuna, işine, iş etiğine, çalışma ahlakına, eğitimin önemine bir faydası olamaz ki; benim çocuğuma ne verecek. Bende açtım ağzımı... Dedim "ben bu kitapları beğenmedim, bu kitaplar bizim çocuklarımızın yaş grubuna fazla. Bir günde bunların hepsinden yarım sayfa işlemeye kalksalar eblek olur çocuklar, oyun çağında bunlar" dedim.. Bir süre tüm veliler bu kitapların içeriklerini ve sayısının fazlalığını sorgulamaya başladı. Sonra kem küm eden idareciyi, cazgır bir veli savunmaya kalktı 'n'apalım sistem böööylee" dedi ki, o an o idarecinin karizmasının yerle bir olduğu andı işte...

Neyse; tüm bu sebep, sonuç ve görüşlerin neticesinde, okulumuzu değiştirdik.

Yeni okulumuzun eğitim politikası daha steril. Eğitim kadrosu, idari felsefesi ve eğitim programlarıyla kısa sürede benimsediğimiz ve sorgulamadığımız biçimde. Ha evet yalan söylemeyeyim, "montessori eğitimini benimsedikleri halde neden daha fazla serbest zaman etkinlikleri yok" diye düşündüğüm oluyor ancak, ilgili ders öğretmenlerinin çocuklara yaklaşımı ve üslubları bu düşünceleri kafamdan çıkarmama yardımcı oluyor. Çünkü her öğretmen ders programında kendine ayrılan sürede nasıl kanına işliyorsa çocukların (veya benim çocuğumun...) tez vakitte verilmeye çalışılan şey o küçük beyin sayesinde kabul görüyor.

Örneğin benim 5 yaş için dil eğitimini gereksiz ve lüzumsuz (aile ve sosyal çevre buna gereksinim duymuyorsa tabi ki) bulmama rağmen, Mercan'ın evde olur olmadık şeyleri ingilizce sözcük karşılıklarını kullanarak cümle kurması hoşuma gidiyor.

Birde sonradan değinmeyi düşündüğüm "gelenekselcilik" durumu var. Bizim ev açık kürsüdür. Hiçbirşeyin "kesinlikle bu böyledir" şekilnde bir açıklaması yoktur, herşey tartışmaya açıktır. Örf ve ananelerimize fazla bağlı değiliz, hiçbirşeyi mantık çerçevesinde açıklanabilitesinin dışında büyütmez abartmayız. Evimizde hayali öcü ve böcüler yaşamaz, bunların sadece çizgifilmlerde olduklarını biliriz vs... Eski okulumuzda son zamanlarda canımı feci sıkan konulardan biriydi çünkü bu... Diğer çocukların evde korkutuldukları ne kadar cadı, canavar, hayalet varsa, tüm bu yaratıklar okulda öğretmen tarafından "öyle birşey olmaz" gerçeğiyle yok edilmeye çalışılmıyordu. Bu durumda kafasında bunlarla dolanan diğer çocuklar benim çocuğumun kafasını karıştırıyordu. Atatürk ve bayrak konusu o kadar şişirilmişti ki, RTE'nin fotoğrafını görse "bu atatürk mü?" diyebiliyordu. Çünkü gerçek anlamda Atatürk tanıtılmaya çalışılmamış, faaliyet çalışmalarında Atatürk'ün fotoğrafları kesilip ellerine verildiği için, bu tip fotoğrafları ancak 'bir atatürkün' çektirebileceği konusunda algı oluşmuştu. Hatta o kadar çok "Atatürk öyle, atatürk böyle, atatürk şöyle heyooo" denmişti ki çocuk Atatürk'ün ölmüş olduğunu duyunca benden şaşırmıştı. Hatta "atatürk ölür mü" demiş, fena şaşırmıştı.

Bunun sebebi gerçek dışı bir anlatım yöntemiydi işte. Öğretmekten ziyade kafasında bir kalıp oluşturma eylemiydi.

Vesaire...

Uzun aradan sonra, uzun bir yazı oldu ama bir yerden başlamak gerekti....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder