26 Ağustos 2013 Pazartesi

Anti Ares'e yakarış

Yazmakla ilgili görevleriniz veya sorumluluklarınız yoksa yazmak zorlaşabilir, hatta bir zaman sonra yüzsüzlük etmemek için yazılmayabilir bile...

31 Mayıs Cuma sabahı twitter sallanıyor. #occupygezi, #direngezi almış yürümüş. DHA'nın sitesinden kısmen canlı, kısmen bir kaç saat öncesini aktarır görüntüleri izliyorum. Gezi padişahın emriyle boşaltılmış, insanlar sağa sola savrulmuş, polis parkın girişlerine barikat kurmuş, Kızılkayalar'ın önündeki durakta 5 genç. Biri TOMA'ya dayılanıyor, tazyikli suyla durağa fışkırıyor. Bu görüntüleri izlerken ertesi günün cumartesi olduğunu farkettim, "yarın büyük olay olacak" dedim.


Tabi ki bu müthiş bir öngörü değildi.

O gün aldığım bir iş yüzünden tüm öğleden sonrasını masa başında mıhlanmış biçimde geçirdim. Parktan böcek gibi savuşturulanların, tıpkı antenlerini birbirine sürterek mesaj göndermeye çalışmaları gibiydi o saatlerde herşey. Sıkılan her su, atılan her kapsül sinyali yükseltti. Bir gözüm yapmam gereken işte, bir gözüm twitter'da, kulağım dha yayınında, Mercan ensemde.

15:00 ve sonrası ise; dinginlenemeyecek bir enerjinin hızla birikmesinden ibaretti. Taksim metrosuna biber gazı atılıp kapıların kapatıldığı haberini aldığımda hissettiğim şey tuhaftı. Gerçekten tuhaf. Biryerlerden birileri çıkıyor, yürüyor, biryerlere akıyor, çoğalıyorlardı. Taksim her cepheden dolmaya başladı. İnsanlar akın akın döküldüler dışarı. Bu hayalini kurmadığım bir şeydi. Büyük birşey olacaktı ama bu büyük şeyin hükümet nezdinden yapılacak hiçte büyüklüğe sığmayacak 'büyük' bir müdahele olacağı yönündeydi tahminlerim. Saatler geçti, işim bitmedi. Zaten böyle olayları takip etmeye çalışırken bitemezdi de. 

Ben o gece vine, ustream gibi kanalları keşfettim. Gün ışırken kimileri Anadolu'dan Avrupa'ya akıyor kimileri osura osura uyuyorlardı. 

Olayların 3. gününde bulunduğum bölgedeki bu karnı tok altı kurularda uyandılar olaya. Bende şaşırıp duruyorum; lan diyorum bi facebook hesabınız da mı yok? Hiç mi ilişmedi gözünüze kafası gözü yarılanlar?!

Gündüz gözü Taksim'de, akşam vakti internet sayesinde direnişteydik. Evet evdeykende direndik; olabildiğince gürültü yaptık, gürültü yapmayan komşumuza ters ters bakıp atarlandık. Yüksek sesle çav bella dinleyip, aldığımız sol gazetelerini sağa sola bıraktık.


Gezi'nin fethinden sonra Mercan'ı oraya ilk götürüşümde çocuk doğal olarak korktu. Doğal olarak izlediği gördüğü videolardaki gibi sulu bir karşılamaya hazırlamıştı kendini. Hatta gitmek istemedi bile diyebilirim, başımıza birşey geleceğinden emindi. Ama gündüz vakti tüm telefonlar kayıtta ve paylaşım had safhadayken benim içim nedense rahattı. Yardım kolileriyle direnişin kalbine girdiğimizde gözü döndü. İlk söylediği şey "e böyle çok güzel olmuş" oldu. Halay çekenler, müzik yapanlar, çöp toplayanlar, bayraklar, flamalarla ve en önemlisi tüm kesişen gözlerin gurur ve mutlulukla ışıldadığı bu yer ona Şirinler Köyü gibi geldi. 

Bir sürü slogan öğrenip Grup Yorum şarkılarını diline dolayan, hatta işi ilerletip evde el puyebo yunido camasera vensido (el pueblo, unido, jamas sera vencido=örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez) diye gezinen bir velet oldu çıktı.

Ona polislere güvenebileceğini hiçbir zaman söylememiştim ben zaten. Bu olaylarla bu söylemimi özellikle pekiştirmemeye çalıştım ama görünen köy kılavuz istemiyordu ki herhalde hayatının geri kalanında da polislere güvenmeyecektir. Gerçi ona bunun polis olmakla alakalı bir durum olmadığını, herkesin karar özgürlüğü olduğunu ve ne kadar zorlanırlarsa zorlansınlar katı davranmakla yükümlü olmadıklarını anlatmaya çalıştım. Gerçekten yaptım. İçlerinde iyi olanlarda vardı. "Gaz sıkmıyım da napıyım, osurayım mı" diye isyan edeni vardı mesela. Ama Brezilya'daki ayaklanmalarda silahını atıp göstericilerin arasına karışan polis görüntüsünü kendi kendine fark edebildiğine göre kişilerin davranış seçimlerinde özgür olduklarını ve vicdanın otoriteden üstün geldiğini veya kendi dilinde daha basit bir cümleyle böyle birşeyler olduğunun ayırdına vardı. 

Yaz biterken yazıyorum bunları. Herşey olup bitmişken. mi? Değil. Hiçbirşey bir kelimeyle, yani öyle "bitti, söndü, duruldu" vs demekle bitmez. 

Bu bir dönemin başlangıcıydı. Hiç ummadığımız yerden "tivitçi gençlik" diye hor gördüğümüz çoluk çocuktan çaktı kıvılcım. Apolitik sanılan yaş grubu, yine gayet apolitik ama asosyal olmadıklarını haykırırcasına, aynı zamanda da politik görüşün değil, örgütlenmenin ve örgütlü toplum olarak yapılabileceklerin farkındalığına vardırdılar hepimizi.

Bu bir tür provaydı. Veya ne provası.. Doğaçlama bir hareketti bu. Kimse böyle birşey planlamadı, programı, rotası, hedefi hiçbirşeyi yoktu. Öfkelenen çıktı, içerleyen çıktı, üzülen çıktı. Ve öyle dertliymişiz ki çıkan insan sayısı zorla evde tutulanlardan kat be kat fazlaydı. 

Neyse bunlar işin yumuşak, kulak memesi kıvamındaki yerleri.

Bugünlerde çekemediğim başka birşey var benim. 'Gezici' betimlemesi. Halkına tinerci, çapulcu, kemirgen diyen adamın muhtelif kıllarının yakıştırması. "Gezici"! Ve bu neymiş efendim gezicilerin Suriye'de ki zulme sesleri çıkmıyormuş, tepkisiz kalıyorlarmış?

Ulan salak! 3-5 ağaç için (!) milyonlar soğağa döküldü, yüzlerce kişi sakatlandı, 7 kişi öldü de; durakların tantanasını yaptınız. Ağacına, vajinana, memene, şortuna, çocuğunun eğitimine, senin doğurmana, çalışıp çalışmamana uzanan dile sesin çıkmadı. Biz yine burda milyonlar olup sokağa çıksak, yan mahallede ölenler için durakları yıksak gelip katılacakmıydın? Ya da ne bekliyordun Çarşı'nın Suriye sınırına gitmesini mi, tiyatrocuların kendilerini sınır tellerine zincirlemelerini mi? Ne bekliyordun söylesene, kendin sırça köşkünde oturup sadece ağladığını söylerken başkalarından neler bekliyordun?

Böyle karnı tok altı kuru (bugün 3. kez kullanıyorum bunu) insanların oturdukları yerden klavyelerine dokanıp kahvelerini içerken beyinleriyle sıçtıkları için dünya bugün bu halde. Bazı şeyler oturduğun yerden laf salatasıyla olmaz anam. Instagramda filtreli fotoğraflar, civcivkli laflar, hayır duaları, ağız suları, bencillikten çirkinlenmiş sıfatlarınızla ancak yanlı olabilirsiniz. Evet hepimiz birşeyin yanlısıyızdır. Ancak çocukların ölmesinden dem vurup Gezicilere sararsanız birşey elde edemezsiniz. Gerçi elde etmeye çalıştığınız veya kitleleri davet etmeye çalıştığınız birşey de yok. Tam tersine çirkinleşiyor, çirkefleşiyorsunuz. 

Kaldıramadığımız şeyler varsa tepkimiz oluşur ve biryerlerde aynı tepkiyi veren insanları bulur onlarla tepkimizi çoğaltırız. Tepkiler böyle etki eder. Şu sıralar ne R4BIA hashtagi, ne selamı, ne profil fotosu ne de Rabiatul Adeviyye'nin kendisi çıksa bir halta yaramaz. Söylenmesi gereken şey #SavasaHayir, ve hayır beklenmesi gereken şey bu tepkiyi büyütecek kitlelere ulaşmaktır. 

Öyle ona buna sarıp, kıyaslama yapmak değil.

Hele ölümler söz konusu olduğunda, oturduğumuz yerden ölümlere üzülmek ve onlara ağlamak veya dua etmek kadar ahmakça birşey olamaz. Onca duayı duymayan veya duyduğu halde iplemeyen bir tanrıya sabah akşam yakarsanız da bir halt değişmeyecektir. Bunun az çok bilincindeyken "Allahtan ümit kesilmez" veya "Allah büyük" kelamlarınızıda alın bir tarafınıza sokun. 

Savaş bitiren, "dur ey kulum" diyen bir tanrıya şahit olunmamıştır.


Yazmayı bazen gereklilik, bazen avuntu, bazen kuruntu ve bazen de öfke doğurur. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder