4 Mayıs 2012 Cuma

Kan ve Gözyaşları Ülkesinde

Kan ve Gözyaşları Ülkesinde - Dünya Savaşı Sırasında Mezopotamya'da Yaşananlar 1914-1918


1949’da vefat etmiş İsviçreli Hasta Bakıcı Jakob Künzler'in; Urfa'da tıbbi hizmet sunduğu dönemde tanıklık ettiği, üzgün, tarafsız ancak çaresizce kaleme aldığı olaylar. 1890-1920 tarihleri arasında, çok kültürlü bir coğrafyanın kana bulanışı!

Kendisini yaşanan kanlı ve belki asla tam olarak anlam veremediği olayları yazmak mecburiyetinde hissetmesi büyük ihtimalle sadece ölen dostları ve komşularını anmak ve tarih sayfalarında üzeri örtülmeye çalışılacak bir utanca tanık oluyor olmasıydı.

Önsöz:

“Seksenli yılların başlarında, pek çok insanın Türkiye’den Avrupa’ya ve İsviçre’ye kaçtığı dönemde, babamdan geriye kalanlar arasında küçük, sararmış bir kitap dikkatimi çekti. Yazarı, kendisine 1947 yılının sonunda Basel Üniversitesi tarafından fahri tıp doktorası verilen, 1949’da vefat etmiş İsviçreli Hasta Bakıcı Jakob Künzler’di. Ermeniler, Türkler ve Kürtlerle, kavimler ve dinler arası ortak yaşam konusunda etkileyici bir deneyime sahip bir yurttaşımı gördüm Künzler’de. Neredeyse bir çeyrek yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun Urfası’nda (1899-1922), sonra da hayatının sonuna kadar Lübnan’da yaşamıştı (1923-1949). Urfa şehri, Mezopotamya’nın kuzeyinde, günümüz Türkiye’sinin güney doğusunda, Suriye sınırı yakınında yer almaktadır. Şehir ve Urfa bölgesi Osmanlı döneminde birçok kültürden etkilenmişti: Türk, Ermeni, Kürt, Arap ve Süryani kültüründen; ayrıca küçük bir Yahudi ve Yunan azınlığı da mevcuttu. Künzler, Dünya Savaşı sırasında Urfa’da “yaşadıklarını” 1919/20 kışında, Basel’de memleket ziyareti sırasında yazar. Kendisini, bölgede yaşanan kanlı olayların tek tanığı olarak görmesinin verdiği sorumlulukla, 1920 baharında -takibattan korkan yakın akrabalarının muhalefetine rağmen- bunları yayımlatmaya karar verir. Kitap bir yıl sonra Potsdam’daki Tempel Yayınevi’nden çıkar. Kan ve Gözyaşları Ülkesinde, Urfa bölgesinde yaşanan savaşı ve acıyı anlatır. Kitap, politik olarak tarafsız bir gözlemcinin, modern araçlarla organize edilmiş, Avrupa ve Osmanlı Dünyasında ilk soykırıma, yani Jön Türklerin savaş rejiminin, Osmanlı Ermenilerine 1915 yılında uyguladığı kırıma çıplak tanıklığıdır. Bu belgenin; sistematik, telgrafla kumanda edilen, merkezi iktidarın komiserleri tarafından denetlenen “sevkiyatın”, bürokratik kavrayışta aslında ne anlama geldiğini yakın gözlemlerle ortaya koyması bakımından tarihsel anlamı büyüktür. Nazi Almanya’sındaki gibi bu kavram sadece bir halkın bir yerleşim bölgesinden tehcirini değil imhasını da içerir. Künzler’in tanıklığı, maskelenmiş bir imha politikasının bölgesel ve yerel uygulamasını soğukkanlı bir şekilde belgeler. Egemen Avrupa tarihçiliğindeki Yahudi soykırımından farklı olarak, Ermenilere Anadolu’da uygulanan soykırım 1990’lara kadar genel kabul görmüş ve açıkça deklare edilmiş bir gerçekliği tanımlamamaktadır, Almanca okul kitaplarında neredeyse yer almamakta idi.”

Künzler, Zürihli Hekim Josephine Zürcher tarafından 1897’de kurulan Urfa’daki tıp merkezinin temel direği oldu. “İsviçre Hastanesi”, Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Alman Doğu Misyonu’nun bir parçası olarak kaldı, daha sonra da 1922 tarihinde kapatılmasına kadar bir İsviçre kurumu olarak varlığını sürdürdü. Bu kurum zaten önceden de İsviçre’nin, özellikle de Basel’deki hayır kurumlarının desteğiyle işlerini yürütebilmekteydi.

Urfa’da daha 1895 yılının sonlarında üzerlerine gazyağı dökülen üç bin Ermeni’nin büyük şehir kilisesinde yakıldığı olaylarda, orada bulunan Amerikan Misyoner Corinne Shattuck’un deyimiyle, “Holocaust” yaşanmıştı. Neredeyse tamamen erkeklerden oluşan bir o kadar insan da aynı zamanda Urfa sokaklarında ve evlerde katliama kurban gitmişlerdi. Yahudilere ise cesetleri şehrin dışındaki toplu mezarlara gömme görevi verilmişti. 1895 kıyımının şoku, pek çok Avrupalı ve Amerikalının kafasında basmakalıp ve uzun süre iz bırakan “kana susamış Sultan”, “barbar İslam” ve “vahşi Türkler” imajlarının oluşmasına yol açtı. Bu arada diğerleri, özellikle de Alman propagandacılar, Kayser Wilhelm II. doğu politikasına uygun olarak Ermenileri “Dejenere olmuş ırk” olarak, komplo planları yapan ve uluslararası kamuoyunda Türkiye’deki yurtsever ve savunmacı çoğunluğa karşı ucuz propaganda peşindeki “Doğunun Yahudileri” olarak sundular.

Künzler, Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Arapça konuşmaktaydı. Kolay iletişim kurabilen bir insan olarak, çalkantılı ve gerilimli bir bölge olan Urfa’daki farklı gruplardan insanlarla ilişkiler kurmuştu. Örneğin 1901 yılında Urfa bölgesinin ötesini kapsayan bölgeye egemen olan Kürt Lider İbrahim Paşa’nın çadırına konuk olduğunu görüyoruz. Yine Künzler, Süryaniler için bir okul kurmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde Urfa; Türkler, Kürtler ve Araplardan oluşan üçte ikilik Müslüman çoğunluk ile Ermeni ve Süryanilerin oluşturduğu Hıristiyan azınlıkla yaklaşık 60 bin nüfusa sahipti. Bunlardan 2 bini Protestan cemaate, bini Katolik cemaate aitti. Büyük çoğunluğu ise Ermeni-Apostolik (yaklaşık 13 bin) ya da Süryani (yaklaşık 4 bin) kiliselerinin mensubuydu. İttihatçılar 1913 yılından itibaren ülkeyi diktatörce yönetmeye başlayıp Anadolu’da Ermenilerle beraber bir hukuk devleti geliştirme ülküsünden tamamen vazgeçtiler. Künzler’in de aktardığı gibi bazı parti üyeleri pişkince “Ermenilerin bertaraf edilmesinin gerekliliği”nden bahseder oldu. Çünkü Ermenilerin varlığı, iktidardakilerin kendilerini sıkıştırılmış olarak gördükleri Anadolu’da homojen bir milli alan ya da Türk yurdunu yaratmalarının önünde engeldi.”

Bu kitabı alalım, okuyalım.



1 yorum: