17 Nisan 2012 Salı

Hadi yiyin


İzlediğim bir kaç videonun etkisi, ideolojik olarak 'insanın tüketimi için hayvan üretimi'ne ters ters bakışım ile birleşince tavukla ilişiğimi 1 yılı aşkın bir süre önce kesmiştim. Kısa bir süre önce sadece kıyma ve salam olarak tükettiğim eti de hayatımdan çıkardım.

Marketlerde ilgili reyonlarda bulunan tavukları plastik ördeğe, yumurtaları ise naylon çoraba benzetiyorum. Çünkü tavuklar
her ne kadar Türkiye'nin önde gelen tavuk üreticilerinin iddia ettiği gibi; doğal yemlerle, gün ışığı alarak ve gerekli hareket alanı sağlanan ortamlarda yetişiyorsa da değişen birşey yok benim için. Üstün ırk insan homini gırtlak yesin diye, kapalı bir alanda birsürü standartlarla, standart bir olgunlaşma sürecine bağlı kalarak tavuk 'yapıyorlar'. Küçüklüğümde çok güzel tavuk-pilav yeme anılarım olmasına rağmen; kokmayan, yağı çıkmayan günümüz modern tavuklarının plastik bir ördekten farkı olmadığını söyleyebilirim.

Yumurta konusu da aynı; tavuklar üretim bandının mekanik bir parçası olarak kullanılarak kuluçkaya alınıyor, yumurtlama periyodlarına yine bazı doğal gelişim safhalarını taklid ederek standarda alıyor ve zorla yumurtlatıyorlar. Hatta standartları öyle yaratıyorlar ki beden beden yumurta sunuyorlar size.

Siz kaç beden yumurta yersiniz? Large mı, medium mu? Ha-hayyt ben XLarge'dan aşağı yemem şekerim!

İğrenç.

Zaten ırkımızın olmazsa olmaz (!) tüketimleri için, hayvanların özel olarak üretilmesine, çoğaltılmasına, öldürülmesine ifrit olmuş durumdayım. Hayvanları "insanlığa sunulan armağan, nimet" olarak görenleri de kınıyorum. 1000 tl'ye varan fiyatları ile deri ceketler ve normal bulmadığım fiyatıyla o ugg dediğiniz ilkel çağlardan kalma botların her gece rüyanıza girip size soğuk terler döktürmesini diliyorum!

Evet kınıyorum. Çünkü milyonlarca yıl önce zaten onları yemiyordunuz. Son buzul çağında, tarım yapamadığımız, ekip biçemediğimiz veya doğal olarak ehlileştirilmeden yetişen meyveleri bulamadığımız için hayatta kalabilmek adına beslenme amaçlı avlandık. Avlandık da çiğ çiğ mi yedik? Hayır, çünkü otoburduk ve meyvelerin sebzelerin naturel ve hoş, çekici kokularının aksine et hiç de hoş kokmuyordu, üstüne üstlük çürüyüp daha beter kokabiliyordu, kanın kokusu da pek iç açıcı değildi hani! Eti parçalayabilecek keskin dişlerimiz ve pençelerimiz de yoktu! Ne yaptık, pişirdik yedik, Kızarttık, yedik.. Ama tamamen hayatta kalabilmek için yedik! Sonra nehirleri, tarım ürünlerini ehlileştirip kalıbımıza uydurmak gibi onları da uydurduk, hayvancılığa giriştik, ehlileştirdik, ürettik, etlerinden, sütlerinden, yünlerinden faydalanmayı öğrendik.. bıdı bıdı..

Ama nihayetinde eti yemek zorunda olduğumuz için yedik! Gel gör ki buzul çağı sona erdikten ve yeniden tarımı faaliyete geçirdikten sonra bu "et yeme" işini beslenme alışkanlıklarımızdan çıkarmadık, çıkaramadık.. Bilmiyoruz.

Ancak anatomik, fizyolojik ve tamamen mantıksal olarak baktığımızda zaten et yemeye müsait değiliz, etobur değiliz!

Bir kere en basitinden; bir kasaba girdiğinizde allı kırmızılı et parçalarını, kıymaları, bonfileleri, kaburgaları görünce "offf" diyormusunuz? Kokularını soluyup içinize çekiyormusunuz?

Hayır? Çünkü et, belli pişirme evrelerinden geçirilmeden cazip ve aynı zamanda da tüketilebilir değil bizim için. Bir kedi, köpek, aslan, kaplan kanın kokusunu 100 metreden alıp onu bulmaya koşabilecek iken, biz ancak beklemiş ve kokuşmuş eti 50 metre dahilinde farkedip ondan kaçabiliriz!

Ama  maydonozun, soğanın, dereotunun, çileğin, sarımsağın, şeftalinin, kavunun ve daha birçok sebze ve meyvenin kokusunu aldığınız anda içinize çekebilir "oh" diyebilirsiniz. Ayrıca bunları ve daha nicelerini ister doğal ortamında, bağda bahçede ağaçta olsun, ister markette manavda olsun gördüğünüz yerde sevebilir, aldığınız gibi tüketebilirsiniz. Renkleri, görünümleri, kokuları ve pratiklikleriyle iştahınızı o anda kabartabilirler. Aynı şekilde sizde derhal kabaran iştahınıza karşılık verebilirsiniz. Çünkü bunların büyük büyük bir çoğunlu; pişmeden, haşlanmadan, kızarmadan hatur hutur tüketilebilir.

Aksi şekilde önceki önermede bahsettiğimiz diğer canlılar bu saydığımz zerzevatı ancak burunlarının dibine koyduğunuzda iki koklar, kıçlarını döner giderler...

Yani buradan; etoburluk ve otoburluk farkını çıkarmamız gerekir. Bitki ve bitki köklerini, meyvelerini sorunsuz tüketebiliyorken, etleri dolaylı yoldan makul kıvama gelince tüketebiliyorsak etobur değiliz. Çünkü doğadaki tüm etoburların çene ve diş yapıları, tırnakları, duyu organları ve sindirim sistemleri farklıdır. Keskin sivri dişleri, tamamını sindirmeden, gerekli enzimleri emip gerisini pırt diye çıkartabilecek kısa bağırsakları falan vardır... 

Sonra daha bir sürü şey mesela...

Midemiz eti çok çok zor öğütüyor, hatta çoğunlukla da öğütemiyor, bağırsaklarda kalıp çürüyor, zaten bağırsaklarımız da uzun onu oradan atmamız da uzun sürüyor. Sebzeleri meyveleri bir kaç saate öğütüp, sindirip çözüyor mide salgılarımız. Ete bunu yapamıyor.

Şişmanlık, diyabet, mide veya bağırsakla ilgili rahatsızlıklar, kanserler, kalp damar hastalıklarının et ağırlıklı beslenen toplumlarda daha çok karşılaşıldığı ise istatistiki bir bilgi olsun. Aksi şekilde "bilim adamları kırmızı et tüketen insanların daha uzun yaşadığını tespit etti" şeklindeki haberler tamamen pazar ihtiyacına yönelik basın bülteni tadında reklamasyon haberler. 2 bilim adamına 1 yıllık et verip böyle bir açıklama yaptırdıklarını düşünüyorum. Malum o kadar et üretiyorlar, ellerinde mi patlasın! Kişisel tecrübelerimiz de ağırlık ve şişkinlik yaptığı konusunda hemfikirdir herhalde.

Bugün bizim yerel mutfağımızda da yaygın olarak kullanılan et çeşitlerinin, ilgili reyonlara gelene kadarki oluşan sarfiyatta cabası. Geçtiğimiz haftalarda Okan Bayülgen'in programında 1 kg etin son haline gelene kadar 15 ton su harcandığını öğrendim. 

Yani dünya yüzeyinde ekilebilir alanların çokluğunu ve mineral bakımından toprakların çeşitliliğini düşünecek olursak; akıllı uslu olup hem organik beslenebilir hem de sağlıklı yaşayabilecek iken illa sentetikle, ıvırla zıvırla şişirilmiş hayvanları tonlarca suyu heba ederek işliyor hem onları canından ediyor, hem doğal rezerv israfı yapıyor üstüne de sağlığımızdan oluyoruz.

Bunun yanında evet kabul ediyorum B12 vitamini sebze meyvelerden temin edebileceğimiz bir vitamin değil. Nohut, mercimek tüketimini arttırabilirsiniz. Ette bulunan bol enerji ve protein, beynin aktivitelerine etki ediyor ve B12 genellikle zeka gelişiminizi etkileyen birşey. Zaten büyük ihtimalle evrimsel süreçte insanın aklını kullanmasını sağlayan da o buzul çağındaki mecburi et tüketimi oldu. Ama şu saatten sonra yemezseniz geri zekalı olmazsınız, veya B12 eksikliğinden ölmezsiniz. Ayrıca bu B12'yi eczanelerden de daha steril bir şekilde temin edip paşa paşa bünyeye alabilirsiniz. Neticede et yemenin bundan başka bir faydası yok zaten...Zaten pirzolada kaburgada değil de daha ziyade karaciğer, böbrek gibi malzemelerde B12 bulunuyor. Bağırsaklarınızda çürüyüp duruyor, bir yellenseniz ortamda durulmaz oluyor...


Hadi buyrun yiyin 





Bunları da şunun için yazıyorum; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı malumunuz bir markalar listesi ifşa etti. Bana göre insanların bu markaları yuhalamaya çalışmaları gereksiz. Çünkü ne kadar markayı veya ürünü test ettiklerini bilmiyoruz. Araştırdım bulamadım. Dolayısıyla "şunları test ettik, bunlar bunlar kötü" durumu yok, sadece gıda kodeksine uymayanları deşifre ettiler ama ben tam olarak neleri denetlediler bilmiyorum. Yani tüketici olarak hala gıda kodeksine uymayan antin kuntin şeyleri evime alıyor tüketiyor olabilirim. 

Deşifre ettikleri de markalar değil, kendi denetimsizlikleri oldu. Zira bu ülkede bakanlık onayı olmadan hiçbir gıda veya sağlık ürünü ticari pazara sürülemez. Kim veriyor o onayları? Sağlık bakanlığı onaylı öldüren zayıflama haplarından sonra bunun eklenmesi "aa bravo, şak şak şak, bak nası yakalıyolar" denilecek birşey değil. Kendi kendilerini gammazlıyorlar başka birşey değil!

..Dana etinde kanatlı etine rastlanmış! Yemeyiverin. Al işte bu kadar net söylüyorum yemeyiverin. Sanki '%100 dana etidir' yazanın içinde cibil cibil et mi var sanıyorsunuz? Aldığınız bir macar salamın %kaçı et biliyormusunuz? Patates nişastası yiyorsunuz ben söyleyeyim. Çünkü patates nişastası suyu tutar ve hacmen mamülü fazlalaştırmanızı sağlar. Tadı tuzu yoktur, görüntüyü şişirir.

Hadi şimdi bi daha yiyin.


8 yorum:

  1. Çok katıldığım bir yazı olmuş tebrikler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler, keşke çoğunluk katılıp hayvan yemeyi bıraksa

      Sil
  2. yiyecek hal bırakmadın ki bizde:)

    evet, bu konu da tartışılmayan devam eden as'lardan biri.
    Bu yazıyı kurban bayramında yazsaydın tadından yenmezdi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O zaman da yazarım Abi'si, o zaman 'kurban etme' olgusunu yazarım belki hımmm. evet yazayım

      Sil
  3. Et yemeyen insanlar isteseler de sinirli olamazlarmış. Doğru mu ki acaba ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilmem ki? Ama masada herkes löpür löpür etleri götürüp sofradan kalkınca "ayh-oyh, çok yidim/şiştim" diye dolanırken keklik gibi sekebildiğim için mutluluk duyuyorum.

      Sil
    2. Benim de 2 yıl et yemediğim bir dönem oldu. Zaten et yemekten hiç keyif almıyorum, bari yemeyeyim şeklinde verilmiş bir karardı. Ama sürekli olarak kansızlık problemi yaşadığım için, bu dönem daha da fazla zorlanmıştım. Belki de dengeleyememişimdir, bilmiyorum. Sonradan az da olsa yemeğe başladım. Şimdi Can da et sevmiyor ama yemesi gerektiğini düşündüğümden haftada 1-2 sefer pişiyor mutlaka.
      Mercan'ı ne yapıyorsun? Sadece ona mı yediriyorsun evde et ?

      Sil
    3. Yani bana göre kansızlığı demir içeren başka besinlerle tolere edebiliriz. Mesela evin en işlek noktasında içinde kuru kayısı, üzüm, ceviz, incir olan bir çanak var. Evde olduğumuz vakitler, akşam yemeğin hazır olmasına kadar olan süreçte veya tıkınmak istenildiğinde direk oraya yumuluyor herkes. Ayrıca Mercan yaklaşık 1 senedir düzenli bir şekilde günde 1 çay bardağına yakın pekmez alıyor ve enteresan bir şekilde bu yıl herkes hastalıktan kırılmasına rağmen ona uğramadı. Biraz bu takviyeye bağlıyorum, övünecek birşey buldum kendime :)

      Ama evet evde et pişiyor. Çünkü Mehmet hala etobur, Mercan'a da etin 'kötü ve tüketilmesi gerekli olmayan bir besin malzemesi' olarak lanse etmemeye çalışıyorum. Zaten ben pişirip önüne koymasam okuldaki menüsünde haftada 2 kez et oluyor. Ha; ama balığı özellikle eve sokuyorum..

      Sil